Duygusal yeme, uzun süre adını koyamadığım bir davranış döngüsüydü. Yoğun stres, tükenmişlik, yalnızlık, ya da bazen sadece “anlam veremediğim” bir iç sıkıntısı... Tüm bunlar bana açlık gibi hissettiriyordu. Oysa vücudumun değil, duygularımın doyurulmaya ihtiyacı vardı.
Ama bu sadece psikolojik değildi. Yıllar içinde öğrendim ki, hormonlarımız bu döngüde sessiz ama çok güçlü oyuncular.
Duygusal yeme, gerçek fiziksel açlıkla ilgisi olmayan, duygusal boşlukların, stresin, anksiyetenin veya alışkanlıkların tetiklediği yeme davranışıdır. Yemekten sonra genelde pişmanlık, suçluluk ve mutsuzluk hissi eşlik eder. Ben bu hissi çok iyi tanıyorum.
Ama önemli bir fark var: Bu bir irade sorunu değil. Bu, beden-zihin-hormon üçgeninin dengeden çıkması.
Şimdi gelin biraz bilim konuşalım, çünkü sürecimi anlamamı sağlayan en önemli şey buydu:
Kortizol (Stres Hormonu)
Kronik stres kortizolü yükseltiyor. Ve kortizol arttıkça vücut, şekerli ve yağlı besinlere karşı daha fazla istek duyuyor. Çünkü bu yiyecekler beyinde “geçici haz” sağlıyor. Ama ne yazık ki geçici...
Leptin ve Ghrelin (Açlık-Tokluk Hormonları)
Uykusuzluk, düzensiz beslenme, insülin direnci gibi durumlar bu iki hormonu alt üst edebiliyor. Leptin direnci olduğunda tokluk hissin çalışmıyor. Ghrelin yüksek olduğunda ise durmadan acıkıyor gibi hissediyorsun.
Serotonin ve Dopamin (Mutluluk ve Ödül)
Karbonhidrat ağırlıklı gıdalar serotonin salımını geçici olarak artırıyor. Bu yüzden üzgünken makarnaya veya tatlıya yöneliyoruz. Beyin bunu “ödül” olarak algılıyor. Ama bu ödül kısa vadeli ve bedeli büyük.
Benim için bu farkındalık bir devrimdi. Çünkü kendimi suçlamayı bırakıp, vücudumun bana ne anlatmaya çalıştığını dinlemeye başladım.
Bazı günler hâlâ çikolataya uzandığım oluyor. Ama artık biliyorum: O çikolatayı aç olduğum için değil, bir şey hissettiğim için istiyorum. Ve o hissi bastırmak yerine, soruyorum kendime:
“İlay, gerçekten neye ihtiyacın var şu an? Sevgi mi? Dinlenmek mi? Sarılmak mı? Yalnız kalmak mı?”
Bu sorularla tanıştıktan sonra yeme davranışım da değişmeye başladı.
Ve bununla birlikte hormonlarımı dengeleyen bir yaşam kurmaya başladım Uyku düzenim kutsal hale geldi Kafein ve şekeri azalttım, yerine adaptogenler (örneğin reishi, ashwagandha gibi) ekledim Sabahları aç karna elma sirkesi içiyorum.Ve hareket etmeyi, spor değil bedenimle bağ kurma aracı olarak görmeye başladım. En önemlisi: Artık açken değil, hazırım dediğimde yiyorum.
Duygusal yeme seni tanımlamaz. Ve hormonların sana düşman değil, sadece yönünü kaybetmiş birer işaret ışığıdır.
Kendine bu süreçte biraz daha şefkatle yaklaş. Bu bir “diyet süreci” değil. Bu, bedeninle barışma ve onu gerçekten anlama süreci.
Ben hâlâ öğreniyorum. Her gün. Ama artık kendime küsmeden, bedenimi cezalandırmadan, dostlukla yürüyorum bu yolu.
Sen de hazırsan, birlikte yürüyebiliriz.
Sevgimle,
İlay Ülker