Her kadının bedeni bir hikâye anlatır. Kimi zaman bu hikâyeler fazla kilolarla, kimi zaman çatlaklarla, bazen de aynalara küsmüş gözlerle başlar. Ama hepsinin ortak bir yönü vardır: iyileşme arzusu. Sağlıklı bir bedenin peşine düşmek, yalnızca sayılardan ibaret değildir; bu, hem fiziksel hem hormonal hem de ruhsal katmanlardan geçen derin bir dönüşümdür.
Ve evet… bu yolculuk bazen derinin kemiğe değdiği o anla tamamlanır.
Kilo kaybı, çok uzun zamandır “az ye, çok hareket et”e indirgenmiş durumda. Oysa bu bakış açısı, özellikle kadınların metabolik ve hormonal gerçekliğini tamamen göz ardı ediyor. Kadın vücudu, doğası gereği hayatta kalmaya programlıdır; beden, östrojene, kortizole, leptine, tiroid dengesine bağımlı çalışır.
Menstrüel döngü, kilo verme sürecinde doğrudan etkendir. Yumurtlama döneminde metabolizma hızlanabilir, adet öncesi dönemde ise ödem, şişkinlik, tatlı isteği gibi değişimler normaldir. Bu döngüsel değişimleri bilmek, sürecin bir düşmanla değil, bedenle el ele yüründüğünü anlamaktır.
İlk kaybedilen şey yağ değil, sudur. Bu yüzden diyete başlandığında ilk haftalarda 2-3 kg birden gider. Bu mucize değil; glikojen depoları boşalınca vücut su salar. Sonra direnç kiloları gelir ve süreç yavaşlar. İşte burası, birçok kadının vazgeçtiği noktadır — oysa asıl iyileşme burada başlar.
Evet, sarkmalar olur. Bazen karın, bazen kol altı ya da uyluk… Cilt, yıllarca taşıdığı yükten sonra birden hafifleyince hemen toparlanamaz. Bu bir kusur değil, bir geçiştir.
Bedenin içindeki yağ dokusu azaldıkça, cilt zamanla elastikiyetini yeniden kazanabilir — doğru beslenme, bol su, kolajen desteği, direnç antrenmanları ve en önemlisi zaman ile.
Unutma: Sarkmalar senin ne kadar yol aldığını gösterir. Onlara savaş açma. Onları gör, anla ve bedenine teşekkür et. Çünkü bu, geçmiş yüklerinden arınmış bir deridir artık.
Kilo vermek bir beden dönüşümü gibi görünür ama aslında en büyük dönüşüm zihindedir.
Çoğu kadın bu süreçte bir kimlik krizi yaşar. "Ben artık o eski ben değilim" cümlesi, aynadaki bedenin değişmesinden çok, içsel sorgulamaların yükselmesidir. Kendini küçülttüğün, yok saydığın yılların ardından, yeniden değer vermeyi öğrenirsin.
Ve bu hiç kolay değildir.
Geçmişten taşıdığın yemekle kurulan duygusal bağlar, çocukluk kodların, çevrenin “zayıf ol mutlu olursun” baskısı... Bunlar çözülmeden, diyetler geçici kalır.
İyileşme; rakamlarla değil, özşefkatle olur.
Bazı anlar vardır...
Bacak bacak üstüne attığında kemiklerini hissedersin.
Karnın sabah düz uyanır.
Yüzün incelmiş, çenen belirginleşmiştir.
Ve o an, bir şey fark edersin: Bedenin artık seni yormuyor.
Bu yalnızca estetik değil, sağlık demektir.
İnsülin direnci düşmüştür.
Uyku kaliten artmıştır.
Sabah kalktığında enerjin vardır.
Yemek yemek, bir kaçış değil, bir ihtiyaçtır artık.
Ve işte o zaman bedeninle barışırsın. Ona eziyet eden değil, onu seven biri olursun.
Eğer şu an bir direnç noktasındaysan… eğer aynaya baktığında hâlâ “yetmedi” diyorsan… bil ki bu sürecin içinde olmak bile bir şifadır.
Kendini küçültmeden, zayıflayarak da büyüyebilirsin.
Gücün sayılarda değil, adanmışlığında saklı.
Bedenin seni taşıyacak en uzun yol arkadaşın… ve artık onu iyileştiriyorsun.
Derinin kemiğe değmesi sadece bir zayıflık göstergesi değil; hafifleyen yüklerinin, azalan iltihabın, berraklaşan zihninin ve güçlenen özsaygının bir sembolüdür.
Sevgiyle,
İlay Ülker